Eski Sayılar İçin

20090901

Cholé ve Diğerleri

Sabah’ın erken saatlerinde göz kapaklarımı yırtıp ok gibi beynime saplanan güneşin “ilk” ışıklarıyla uyandım. Fazla içtikten sonra hep böyle oluyor işte. İnsan güneş ışığından soğur oluyor. Bu detaylarla fazla ilgilenmediğinizi biliyorum. Ama malum pek sizin gibi eli yüzü düzgün insanlarla konuşma fırsatımız olmuyor. Bu şehirde yaşıyorsanız bilmeniz gereken iki önemli husus var. Bunlardan birincisi asla “muhafız”lara yakalanmayın. Hani adalet falan sağlıyorlar da yine de olan bize oluyor. Ne derlerdi eskiler? Hah! Hatırladım: “Olan yine garibana oldu.” Sizi bankta görürse bir muhafız, sabahın o gözünüze saplanan ok gibi güneş ışığına ek olarak çenenizin tam ortasına bir tane tekme ya da tam diz kapağınıza bir cop hediye edebilir. Her neyse lafı uzatmaya gerek yok bu muhafız bozuntularıyla. Biz üç kişiydik; bendeniz köse Saffet, Caka Nuri ve Avukat Hayri. İsimlerin nerden geldiğini merak ediyorsunuzdur muhtemelen. Bana bu “köse” lakabını Caka Nuri taktı. Sokakta tanışalı, aynı bankı paylaşalı beş yıl olmasına rağmen benim suratta tık yok. Bir tel bıyık bile. Caka Nuri’ye lakabını kimin taktığını hatırlamıyorum. Fakat bu ismi ona koyan taşı gediğine oturtmuş. Caka Nuri küçük esnaftan yaptığı ufak tefek hırsızlıklarla üstünü başını giydi. Adam öyle bir adam ki hırsızlık yaparken bile en “faça” giysiyi çalar hepimizden şık olurdu. Tabii bu şıklığı en fazla bir hafta sürerdi çünkü ne yıkandığımız var ne kıyafetleri yıkadığımız. Bir gömme dolabımız yok maalesef. O yüzden iki hatta üç yılda bir giysi hırsızlığına çıkarız. Ulan zaten bir sürü para kazanıyorlar. Üç beş parça giysi dokunmaz herhalde bunlara. Neyse Caka’nın adı buradan geliyor işte. Avukat Hayri’ye gelince şimdi düşünüyorsunuz “Ne işi var ulan avukatın bu itin kopuğun yanında.” Hani bu it ve kopuk tabirine de ayrıyeten bir kinimiz var. Avukat Hayri, ne zaman muhafızlara yakalansak vakt-i zamanında öğrendiği üç beş hukuksal terimle muhafızlara karşı gelir. Hani ağzı da iyi laf yapar puştun. Ne zaman ki muhafızlar Hayri’nin söyledikleri karşısında bize cop çıkartıp üstümüzde “vuruş” talimi yapmaya başlar, o zaman Hayri’nin bu “sokak” davasını kazandığını anlarız. Kış aylarında sokakta kalacak yer bulmak zor oluyor. O yüzden Hayri’yi kış aylarında daha bir muhafızların üstüne salıyoruz. Hiç yoktan nezarette üç beş gün ısınıyoruz işte. Sonra aynı tas aynı hamam.


Arada bir akşamları oturup ufak çaplı bir “alem” yaparız. Ama bizde yamuk olmaz. Ne birinin bacısına ne de yavuklusuna laf atarız. Zararımız kendimize anlayacağınız. İşte ekipteki ilk kaybı o gün yaşadık. Nezaretten yeni çıkmıştık. Yine sağdan soldan arakladığımız üç beş kuruşla “alem” yapıyorduk. İnsanların yadırgar bakışları arasında öyle takılıyorduk kendi çapımızda. Caka Nuri, Fransızların yoğunlukta yaşadığı Lé Boulevard’da bir hatuna (karı ve avrat demekten ziyade hatun demeyi tercih ediyoruz, kız demek de bizim lügatta yok, arada kullanırız o da dalgınlıktandır) takılmıştı. Bu Fransız züppeleri bayağı bir zenginleştiler son ekonomik krizden sonra. Bir de muhafızları yanlarına aldılar. Ne kadar tuhaf ne kadar cins iş varsa bunlarda. Kızın adı Cholé idi. Cholé liseyi yeni bitirmiş, üniversitede mühendislik okuyordu. Dünyadaki bütün prensesleri kıskandıracak kadar güzel bir vücudu, iri ela gözleri ve bir pamuğu andıracak kadar zayıf görünen fakat bir o kadar da göze güzel gelen kahverengi saçları vardı. Eğer Tanrı insanları bir tuvale çizip yaratıyorsa, bu kız için bayağı bir zaman harcamış olmalı. Her neyse bizim Caka’yla bu Cholé takılmaya başlamıştı. Gezip tozuyorlardı. Caka’nın neden bu kadar hırsızlık yaptığını yadırgarken Cholé’yle buluştuğunu görünce onun yaptığı “hırsızlıklara” ayrı bir saygı duymaya başladım. Cholé’yi de anlamıyordum. Hani Caka’yla ne işi vardı diye. Bir gün Caka’yı gizlice takip edip Cholé ile buluşmalarını izledim. Parkın birine oturmuşlar muhabbet ediyorlardı. Caka, Cholé’nin yanından ayrılınca Cholé’yi takip ettim. Ve etrafta muhafızlar var mı yok mu diye kontrol ettikten sonra Cholé’nin yanına sokuldum.



“Merhaba” dedim sakin bir ses tonuyla. En nihayetinde yengemizdi. Bizde öyle gavur,ecnebi, münafık gibi ayrımlar olmaz. Kim düzgünse bizim gözümüzde aynıdır.


“Siz kimsiniz tanıyor muyum sizi?” dedi şüpheyle atkısını düzeltirken.


“Ben Köse. Yani Saffet. Yani Köse Saffet. Caka’nın yani Caka Nuri’nin. Öff Nuri’nin arkadaşıyım.” Kelimeler birbirine karışınca ve benim de bu heyecanla birlikte kullandığım beden dilini görünce biraz rahatlamış göründü.


“Caka sizden hiç bahsetmedi.” dedi. “Vay puşt” diye içimden geçirdimse de bu cümleyi yutup tekrar Cholé’ye doğru döndüm.


“Fakat giysilerinize ve kokunuza bakılırsa onun arkadaşı olduğunuz belli.” dedi alaycı bir tavırla.


“Vay orospu” diye yine aklımdan geçirdim fakat bu cümleyi de Caka’nın ve benim dostluğumun selameti açısından yuttum.


“Sizin sahip olduğunuz birçok şeye sahip olamasak da, hayatı sizden çok daha iyi tanıdığımızı size temin edebilirim. Ayrıca lafı fazla dolandırmaya gerek yok. Merakımı gidermeniz için buradayım. Nasıl oluyor da bulunduğunuz ortamda bir sürü yakışıklı ve ailenize daha çok yakışacak insanlar varken bizim züppeyi seçtiniz?”


Diyaloğu daha fazla anlatmayacağım fakat anlattıklarına göre okuldaki insanlar çok züppeymiş ve kendini yukarıdan görüyormuş. Doğru düzgün arkadaşı yokmuş. Okuldaki insanlarda bulamadığı huzuru Caka’da buluyormuş. Tez zamanda evlenip Caka’nın hayatını kurtarmak istiyormuş fakat bunu ailesine nasıl söyleyeceğini bilemiyormuş. Zaten babası şüphelendiği için Özel Muhafız Birliği’nden bir dedektif tutmuş ve Cholé’nin yanında kimi görürse öldürmesini emretmiş. Bizim Caka’ya bir şey olmaz diye düşünüyordum. Dokuz canlıdır pezevenk. O yüzden bu diyaloğu anlatma gereği duymadım. Esasında anlatmam gerekirdi. Ama anlatamadım işte. Kızar, söver diye düşündüm. Güvenliğini sağlamak açısından Caka’yı takip etmeye karar verdim. Herhangi bir şey olursa kendimi olayın önüne atacaktım. Bir ağacın arkasına gizlenip yine Cholé ve Caka’yı izlemeye koyuldum. Akşamdan kalan sigarayı yakmayı düşündüm fakat bunu yapmam durumunda yerimin belli olacağını göz önünde bulundurarak bu karardan vazgeçtim. Muhabbetleri kıyak görünüyordu. Fakat birden bire parkın yanından gelen uzun gri pardösülü ve fötr şapkalı adamı gördüm. Bu muhtemelen Cholé’nin bahsettiği Ulusal Muhafız Birliği Dedektifi. Oturdukları banka doğru yaklaştı. Atılmak istedim fakat o anda adeta ayağımı bir şeyler bağladı. Zemine mıhlandım. Cholé çığlık atıyor, Caka dedektife her yumruk atmaya çalıştığında elmacık kemikleri kırılıyor, burnundan oluk oluk kan akıyordu. Mesafem fazla uzak değildi, atılsam belki bir şeyler yapabilirdim. Fakat yapamadım işte. Dedektif pardösüsünden oldukça büyük bir silah çıkardı. Götünden mi çıkardı nerden çıkardı bu silahı diye kendi kendime saçma sapan “mizah” yaparken silah patladı ve Caka’nın beyni bir Fransız bankasının reklamı olan banka yayıldı. Bağıramadım bile. Cholé çığlık çığlığaydı. Ve dedektif onu yere doğru yatırıp silahı ağzına soktuktan sonra bir şeyler mırıldandı. Kızın eteğini sert hareketlerle sıyırdı ve erkekliğinin zavallı Cholé’nin içine girdiğini Cholé’nin çıkardığı acı dolu çığlıkta fark ettim. Orospu çocuğu kıza tecavüz ediyordu. Bacaklarından süzülen kanı görünce acım ikiye katlandı. Hala hiçbir şey yapamıyordum. Dedektif Cholé’nin ağzını kapatmıştı. İşini bitirdikten sonra Cholé’ye doğru yine eğilip bir şeyler mırıldandı. Cholé bütün bu olanları anlatacağını haykırdığı sırada silah ikinci kez ateş aldı ki Cholé’nin beyni de Caka’nın beyninin artıklarına eşlik etti. Dedektif sağı solu iyice kontrol ettikten sonra oradan ayrıldı. Hemen olanları Hayri’ye anlatmak için koştur koştur yanına gittim. Hayri hemen oraya gitmemiz gerektiğini ve olayı babasına anlatmamızı söyledi. Aptalca bir fikir olsa bile şu anda benden daha mantıklı düşündüğünü kendime telkin ederek bu teklifini kabul ettim. Parka gittiğimizde ortalık temizlenmişti. Ne ceset vardı ne başka bir şey. Muhafızlar yine olayı güzelce örtbas etmişti. Bu arada Hayri bana neden atılmadığımı ve neden yardım etmediğimi sordu. Beni korkaklıkla ve kaypak olmakla itham etti, üstüne de anamın orospu olduğunu eklemeyi unutmadı. Bu lafı kabullenemeyerek kavgaya tutuştuk. Yorulduğumuzda ikimizin de ağzı burnu kan içindeydi. “Gidiyorum ben” dedim Hayri’ye dönüp. “İyi siktir git.” diye cevap verdi. Kan ve revan içinde Caka’yı ve Cholé’yi düşündüm. Olan yine garibana olmuştu…



Mert Uzbay

Hiç yorum yok:

Yazıların sorumluluğu yazı sahiplerine ait olup, yapılan alıntılarda kaynak göstermek zorunludur. Katılım ve telif bilgisi için lütfen bakınız: http://alti-icerik.blogspot.com/2009/01/alti-numara-e-dergisi-katilim-ve-telif.html

6 Numara'nın fotoğrafçısı olmak ister misiniz?

Öykülerimiz ve kapak tasarımımız için fotoğraflarını bizimle paylaşmak isteyenler için başvuru adresimiz: bilgi@6numara.net

iletişim için

her türlü öneri/şikayet/yazı için: bilgi@6numara.net