Eski Sayılar İçin

20090118

Genç Adam

İkindi vakti, ücra bir mahallede sefil bir sokak görüntüsü… Yamalı asfalt, kapağı olmayan rögarlar… Kar henüz erimiş, etraf çamur… Yanıp sönen sokak lambaları ve köpek havlamaları… Yağmur yağıyor, irili ufaklı her bir damla havayı yara yara iniyor; düşüyor toprağa, suya ve devir daim.
Genç bir adam, yüzünde düşüncenin derin izleri, yürüyor ve hızlı, sağlam adımlar… Uçları yırtık, kenarları patlak, çamurlu iskarpinler… Üzerinde ikinci el, kareli desenli, soluk renkli, buruşuk bir ceket; içinde siyah bir kazak. Çizgili, gri renkte, dizleri yıpranmış bir kumaş pantolon. Tek eli cebinde, tek elinde bir kesik eldiven ve mukavva bir koli. Kolinin içinde yine mukavvadan yapılmış bir tezgâh ve bir sürü çorap. İşportacılık yapıyor genç adam, çorap satıyor boş vakitlerinde. Bugün eli boş, yarın belki… Düşünüyor, ya zabıtaya kaptırırsam malları, diye. Sonra yüksek sesle devam ediyor:
-Aman be, yarın ola hayrola! Ne düşünüyorsun şimdi bunları! Hem, buyursunlar da görelim… Of, hafta içi de Tasavvuf’tan sınav var, tek sayfa okumadım daha. Vakit var gerçi daha, çalışırım… Eve bi gideyim hele!
Yağmur hızlanıyor ve genç adamın adımları daha bir hızlanıyor. Eve çabuk gitmeli, küçük odasına ve küçük dünyasına çekilmeli. Orada, kitaplar arasında yaşlanmalı…Hava soğuk, eli üşüyor ve ağrıyor. Yol uzadıkça koli ağırlaşıyor, yağmur hızlanıyor ve uzadıkça uzuyor yol. Üşüyen elini diğeriyle değiştiriyor genç adam. Yüzünde sade bir tebessüm, memleket, diyor. Ne vakit yağmur yağsa, genç adamın içi bir hoş olur; toprağın ıslak kokusunu çeker içine, Karadeniz, der. Sonra bir türkü tutturur Kazım’dan…Yağmur hızla yağıyor ve bir şırıltı geliyor minareden, ardından bir sala işitiliyor. Türkü söylemeyi kesiyor genç adam… Yüzündeki tebessüm uçuveriyor birden, karışıyor havaya. Gür kaşları yukarı kalkıyor, merakla ve sessizce, kim acaba, diye soruyor kendi kendine. Allah rahmet eylesin, diyiveriyor üzülerek. Ölümü hatırlıyor, daha önce de olduğu gibi her bir ölümle bir defa daha tadıyor ölümü. Aklına yerleşiyor -kimine göre soğuk kimine göre sıcak olan- bu kısa ve girift kelime. Birden zehirli fikirler kaplıyor tüm beynini ve atılıyor fikrin alevlerine. Düşünüyor:
“Ölüm nedir, ölmek nasıl bir şey? An, öncesi ve sonrası… Ne süreklilik… Hep bu ölçüde değil midir oluş ve yine bu ölçüde daim etmeyecek midir? Her an, bir öncekinin sonrası ve bir sonrakinin de öncesi… Garip ki ne garip! Doğanlar ve ölenler; gurbete geliş ve memlekete dönüş… Gelenler ve gidenler, ne devir daim ama… Ve an; şimdi… Kesik fakat sonsuz çizgi… Tüm âlem bir anın içinde varlığını sürdürüyor ve böyle devam ediyor, her bir anda yenileniyor. Yine bu zerre kadar zaman dilimi, tüm zamanın içinde sürüyor hükmünü kısacık da olsa. Ama eşitlik yok, kimi an yıllara bedeldir çünkü. Yine, öyle bir andır ölüm.”Ölümü düşünüyor genç adam ve ömrünü:
“Kimi zaman algılarımızdan uzaklaşan bu zaman dilimi, tüm zaman ve mekâna ayrı ayrı sesleniyor… Her oluş birbirinin eşsiz parçası ve ölüm… Parçalar dağılır, zaman kırılır ama oluş bütündür, daimdir ve ölüme götürür. Ölüm ve sonrası… Nasıl da irkiliyor insan, ne soğuk ve ne yakıcı… Kalp, akıl ve irade… Ölüm; nerede, ne zaman ve n…”Ölümün ne zaman, nerede ve nasıl geleceği belli değil. Düşüncesi bile yarım kalıyor genç adamın. Hâlbuki yapacak ne çok işi vardı, öyle değil mi, her insan gibi. Olmayan bir rögar kapağı, hepsi bu… Ve genç adam ölüyor, o anda can veriyor, işte dünyalar… Memlekete dönüş ve yolculuk azaplı… Seremoni ise hep aynı. Ve son, küçük harflerle.

Mehmet Selim Özban


[fotoğraf fotokritik.com'dan alınmıştır.]


Hiç yorum yok:

Yazıların sorumluluğu yazı sahiplerine ait olup, yapılan alıntılarda kaynak göstermek zorunludur. Katılım ve telif bilgisi için lütfen bakınız: http://alti-icerik.blogspot.com/2009/01/alti-numara-e-dergisi-katilim-ve-telif.html

6 Numara'nın fotoğrafçısı olmak ister misiniz?

Öykülerimiz ve kapak tasarımımız için fotoğraflarını bizimle paylaşmak isteyenler için başvuru adresimiz: bilgi@6numara.net

iletişim için

her türlü öneri/şikayet/yazı için: bilgi@6numara.net