İtalya’nın kuzeyinde yapılan arkeolojik kazılarda yaklaşık 5 ila 6 bin yıldır birbirlerine sarılı halde yatan çiftin iskeletleri bulundu. Resimde de gördüğümüz gibi birbirine sarılı olarak yatmakta olan çiftin iskeletleri yaklaşık 5 ila 6 bin yıllık! Uzmanlar iskeletlerin neolitik döneme ait olduğunu söylüyorlar. Bilim adamları çiftin kaç yaşlarında olduğuna, ne zaman öldüklerine ve neden birlikte gömüldüklerine dair bir bilgiye sahip değiller. Bir teoriye göre, erkeğin öldürülmesinin ardından sevgilisi de ona sarılarak hayatına son vermiş. Çiftin evli olduklarına dair de bir işaret yok. İskeletlerin dişlerinde yapılan ilk incelemelere göre aşıklar çok genç yaşta hayatını kaybetmiş.Resmi gördüğüm zaman öylece onlara baktım. Onların hareketsiz ve cansız bedenlerini seyrettim günlerce. İçim binlerce cümleyle doldu taştı da tek bir kelime çıkamadı ağzımdan. Söyleyememekten, anlatılacak o kadar çok şey varken anlamsız bir şekilde susmaktan yorgun düştüm adeta. Çünkü resim o kadar çok şey anlatmaktaydı ki kendimi hiç olmadığı kadar aciz hissettim bir an. Bu nasıl bir `aşık olma hali` ydi çözmeye çalıştım. Yoksa bu aşıklık halinin sebebi aşık olunacak kişiden mi ibaretti? İnsan kimi zaman bazı soruların cevabını bulamıyor.Şimdi bir kez daha resme bakalım. Sizce burada gerçek olan şey ölüm müydü? Bence burada başka bir gerçeklik gömülü. Adam, sevgilisi olmadan gidebileceği tek yere gitmiş, ölüme. Kız ise sevgilisinin olmadığı bir dünya cehenneminde yanmayı göze alamamış besbelli. Sevgilisinin kolları arasında öylece ölüm uykusuna dalmış. İkisi de cennetin kapısında buluşmak üzere sözleşmişlerdi. İki deli aşıkda doğru bildikleri şeyi yapmakta sonuna kadar gitmiş. Gerekirse... (Sadakatin kelime anlamını dahi bilmeyen günümüz genç aşıkları bu durumu sözüm ona “enayilik’’ olarak değerlendirebilirler! Zaten herkesten her şeyi anlamasını bekleyemeyiz.)Kız o olmazsa öteki, o olmazsa bu, o olmazsa şu dememiş. İllede o. Yalnızca O. Sonsuza kadar o, o, o, o, o diyerek haykırmış adeta. Kafa tutar gibi, yalın ayak yürümüş ölüme. Onsuz geçecek yıllarına ölümle misilleme yapmış sanki. O olmadan geçen günlerin batımını seyretmek, yıldızlı gecelerin ışıltılı yakamozunda gözyaşını hisara doğru süzdürmek kolay değildi ne de olsa. Hem kız yaşamış olsaydı ne olacaktı ki? O’ nun hayaliyle yaşayan bir hayaletten öteye geçebilecek miydi sanki.Ölüm onlar için seçim miydi yoksa alınlarına yazılan bir kader miydi tartışılır. Sevdalı bir ölüm mü, ölümlü sevda mı ? Belki de onlar için ölüm kendi seçimleriyle şekillenen bir yazgıdan ibaretti. Kim bilir... İki sevgili dünyada kavuşamamışlardı belli ki. Bunun artık ne önemi var . Aynı mezarda beş bin yıl sarmaş dolaş, birbirlerinin kalp atışlarını dinleyerek uyumuşlardı. Bu her şeye bedel olsa gerek. Hem ötelerde bir yerlerde, bulutların arasında bir buluşma yok muydu?Ben inanıyorum ki gerçek aşıkları hiçbir şey, hiçkimse ayıramaz. Bahsedilen şey kader ya da ölüm dahi olsa. İşte bu yüzden onların masalları bir varmış bir yokmuş ile değil. Bir varmış, hep varmış diyen bir ebediyet ile başlayacak ve hiçbir zaman da bitmeyecek.Peki şimdi sizler o üç sihirli harften oluşan tek kelimenin içerisine beş bin yılınızı sığdırabilir misiniz? Galiba gerçek aşk beş bin yıl önce bu kumların altında bir yerlerde gömülü kaldı (mı?). Aşkı gömülü olan yerden çıkartacak cesaretli deli bir aşık var mı ki ? Çoraklaşan, söz yerindeyse aşka susayan kalplerimizin aşka gelebilmesi için aşk duasına mı çıksak ki ?Unutmayın: AŞK VARSA UMUT DA VARDIR ! Aksi zaten aşkın doğasına aykırı.Her şeyin gönlümüzce olması dileğiyle...
Seda Koca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder