Tarih 31 Mart 1948. saat sabaha karşı beş suları. Beyoğlu tünelindeki bir apartmandan kısa boylu gözlüklü fötr şapkalı bir adam alelacele dışarıya çıktı. Elinde eski bir çantayla kendisini bekleyen kamyona koşar adımlarla yürüdü. Kamyona biner binmez hızla hareket ettiler. Edirnekapı’da asfalt yol üzerinde bekleyen bir peynir kamyoncusunu almaya gidiyorlardı. Yaklaşık yarım saat sonra kamyonda bir şoför, bir peynir kamyoncusu ve o, Kırklareli’ye doğru yola çıktılar.Kamyonun tekerlekleri hızla dönerken o geride bıraktıklarını düşünüyordu. En çok da Ankara’da yaşayan eşini ve kızını. Bir de şiirlerine konu ettiği caddeleri, sokakları, evleri ve insanları. Belki bir gün bu yolculuğu da diğerleri gibi öykülerine, romanlarına konu edecekti. O Türkiye’nin bir döneme damgasını vurmuş ünlü yazarlarından biriydi. Ön koltukta düşünceler içinde kaybolup giden Sabahattin Ali’ydi.Sabahattin Ali, Türkiye’nin en önemli yazarlarından biriydi. Genellikle Anadolu insanının sorunlarını ve acılarını kentlilerin onlara bakışını anlatan kitaplar yazdı. Yazdığı tüm kitaplarda ve özellikle gazete yazılarında muhalif kişiliğini ortaya koydu. En yakın arkadaşları Zekeriya ve Sabiha Sertel, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Pertev N. Boratav gibi aydınlardı.Sabahattin Ali ve çevresi o günlerin Türkiye’sinde sakıncalı kişilerdi. Çünkü tek partili dönemin tek partisine muhaliftiler. Sabahattin Ali yazdıklarıyla ve tabii bu sakıncalı çevresinin de etkisiyle nereye gitse sivil polisler tarafından adım adım izlenen isimlerden biriydi. Bu yüzden o polise ve gözaltına alışıktı. 1930 yılında Aydın Ortaokulu’nda Almanca öğretmenliği yaparken cezaeviyle de tanışmıştı. Yıkıcı propaganda yaptığı ve öğrencilerinin kafasını karıştırdığı iddiasıyla tutuklanmış, demir parmaklıklar arkasında geçen üç aydan sonra kendini Konya’da bulmuştu. Sabahattin Ali Konya’yı pek sevmedi ama en tanınan eseri “Kuyucaklı Yusuf”u orada yazdı. Çok geçmeden Konya’da da başı derde girdi. 1931 yılında okuduğu bir şiirde Atatürk’e ima yoluyla hakaret ettiği gerekçesiyle bir yıl hapse mahkûm oldu. Yazar Hıfzı Topuz, Eski Dostlar adlı kitabında Sabahattin Ali’yi bu olayda ihbar edenin Cemal Kutay olduğunu yazdı. Ama Cemal Kutay bu iddiaları sağlığında “Ben Sabahattin Ali’yi ihbar mihbar etmedim. İhbar mihbar etmeye de lüzum yoktu zaten, çünkü ben kendisini tanıdığım zaman o sicilli bir insandı” diyerek reddetti.Sonuçta Cemal Kutay ihbar etti ya da etmedi ama bu olayın ardından Sabahattin Ali bir kez daha kendini cezaevinde buldu. Bugün hala şarkısı dillerden düşmeyen “aldırma gönül aldırma” şiirini Sinop Cezaevi’nin kalın duvarlarına vuran dalga sesleri eşliğinde yazdı.Sabahattin Ali, Sinop Cezaevi’nden çıktıktan sonra da öğretmenlik yapmayı sürdürdü. Öğretmenlik yaptığı bu dönemde, onu dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel koruyordu (ünlü şair Can Yücel’in babası). Ancak Hasan Ali Yücel’in bakanlıktan ayrılması ile beraber Milli Eğitim Bakanlığı bu sakıncalı öğretmeni merkeze çağırdı. Sabahattin Ali’de istifa ederek hayatını yazarlıkla kazanma kararı aldı. Bu karar onun hayatında önemli bir dönemeç oldu. Aziz Nesin ile birlikte ünlü Makro Paşa dergisini çıkarmaya başladı. Makro Paşa, sosyal, siyasal içerikli bir mizah dergisiydi. Dönemin CHP hükümetini ağır bir dille eleştiriyordu. Örneğin derginin bir sayısında CHP için şu sözler sarf edilmişti.“Totaliterlik merdiveniyle demokrasiye ulaşmaya yeltenmiş olan CHP’nin bir gün ayağı kaydı ve kendini faşizmin kucağında buldu. Bu hadise 1934 yılında oldu. Vatandaş bu tarihi unutma.”Bu dergi büyük bir ilgiyle karşılandı ancak çok geçmeden sıkıyönetim tarafından kapatıldı. Bu arada Sabahattin Ali de sık sık kısa süreli de olsa cezaevlerine girip çıkıyordu. Aynı günlerde son kitabı Sırça Köşk bakanlar kurulu kararıyla toplatıldı. Sabahattin Ali yavaş yavaş muhalif yaşamının sonuna geldiğinin farkına varıyordu. 24 Ocak 1948 tarihinde eşine ve kızı Filiz’e hitaben yazdığı bir mektupta, o günlerdeki ruh halini şu cümlelerle anlatıyordu.“Hayatımda hiç bu günlerdeki kadar sıkılmamış ve imkânsızlıklar içinde çırpınmamıştım. Sizi düşünmekten deli olacağım. Filiz yaşında yahut ona yakın bir çocuk görünce elimde olmadan gözlerim yaşarıyor.”Aynı yıl hakkında yeni bir tutuklama kararı çıktı. Ama bu kez Sabahattin Ali cezaevine girmemekte kararlıydı. En yakın arkadaşlarının evinde gizleniyordu, ancak bu kaçak hayattan da çok sıkılmıştı. İstanbul’daki baskıdan kurtulmanın ve para kazanmanın bir yolunu arıyordu. Sonunda o yol bulundu. Sabahattin Ali dostu Mehmet Ali Cimcoz’un da önerisiyle kamyon işletmeciliğine soyundu.Ama kamyonculuktan umduğu parayı kazanamadı. Kendini kapana kıstırılmış gibi hissediyordu. Ve bu kapandan kurtulmanın tek yolu vardı: yurtdışına kaçmak…Hemen plan yaptı, kamyonuyla peynir alma bahanesiyle Edirne’ye gidecek ve oradan da Bulgaristan’a geçecekti. Plan çok geçmeden uygulamaya konuldu.Sabahattin Ali, yanında Ali Ertekin ve şoför Salim, birlikte yola çıktılar. Ali Ertekin, Sabahattin Ali’nin hapishanede tanıştığı Berber Hasan isimli bir arkadaşının tanıdığıydı. Bu berber Hasan, Sabahattin Ali gibi pasaport alamayan kişileri yurtdışına kaçıran bir şebekenin içindeydi. Sabahattin Ali de cezaevinden çıkınca onu bulmuş ve kaçmak için yardım istemişti. Berber Hasan da onu Ali Ertekin’e yönlendirmişti.Ali Ertekin ve Sabahattin Ali yaptıkları plan doğrultusunda kamyonla Edirne’ye doğru yola çıktılar. Kırklareli’ne girince kısa bir çay molası için durdular. Sabahattin Ali ve Ali Ertekin kısa bir süre sonra şoför Salim’e peynir almak için civardaki peynircileri dolaşacaklarını söyleyerek ondan ayrıldılar. Sonra da ormanın içine doğru yürüyerek gözden kayboldular.Günler geçiyor ama Sabahattin Ali’den ne bir mektup ne bir haber geliyordu. Dostları uzun süre sessizce onun dönmesini ya da en azından bir haber göndermesini beklediler. Ama bekledikleri haber aylarca gelmedi.Aylar sonra 12 Ocak 1949’da Sabahattin Ali gazetelerin birinci sayfasındaydı. Manşetlerde solcu yazar Sabahattin Ali hududu aşarken katledildiği yazıyordu. Bulgaristan’a para karşılığı adam kaçıran bir şebekenin Ali Ertekin adlı elemanı yakalanmış ve sorgusunda ünlü yazar Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü itiraf etmişti. Ali Ertekin’in evinde yapılan aramada Sabahattin Ali’ye ait gazeteler, belgeler, dergiler bulunmuştu. Ertekin polisteki sorgusunda cinayeti nasıl işlediğini en ince ayrıntısına kadar soğukkanlılıkla şöyle anlattı:“Kırklareli’ne kamyonla geldik. Kendisinin Sabahattin Ali olduğunu sonradan anladım. Memleketin dışına çıktığında yapacağı kötülükleri düşündüm, kendisini yanlış yola saptırdım, bir dereye indik. Karşıda Bulgar hududu köyleri göründü. Fakat yorgunuz, bu geceyi burada geçirelim dedim. Ceketini çıkarıp yastık yaptı, arkası dönüktü, yolda kestiğim ve yanımda taşıdığım sopayı kaldırarak omzuna indirdim. İnleyerek yere uzandı, ikinci bir darbe salladım, suratı gözlükleri ve kulağı kan içinde kaldı, arkasından aynı şiddetle bir kez daha vurdum.”Türkiye günlerce Ali Ertekin’in itiraflarını konuştu. Ali Ertekin’in itirafları kimilerine inandırıcı gelmiyordu. Sabahattin Ali’nin ölmediğini veya Ali Ertekin tarafından öldürülmediğini düşünenler vardı. Ama herkes bu sır perdesinin aralanacağı günü bekliyordu.Sabahattin Ali’nin dostları, arkadaşlarının öldüğüne bir türlü inanmıyorlardı. İşin tuhafı gazeteler de benzer haberler yayıyorlardı. Öldürüldü öldürülmedi tartışmaları sürerken daha önce Bulgaristan sınırında bulunan bir cesede otopsi yapılması gündeme geldi. Başvuru üzerine ceset mezardan çıkarıldı ve otopsi yapıldı. Ceset tanınmaz haldeydi ama doktorlar cesedin üzerindeki kıyafetlerden bu cesedin Sabahattin Ali’ye ait olduğuna kanaat getirdiler. Oysa cesedi bulan çobanlar çok farklı konuşuyorlardı:“Cesedi tanımak imkânsızdı, her tarafı kemik yığını haline gelmiş. Sağlam kalan tek şey saçlar diyebilirim. Siyah ve aralarında beyaz telleri olan saçlar vardı. Saçları da uzundu. Hatta önce kadın zannettim.”Sabahattin Ali’nin saçları kısaydı ve dostları da tıpkı cesedi bulan çoban gibi bu cesedin ona ait olamayacağını düşünüyorlardı. Çünkü bu ceset uzun boyluydu, ünlü yazar ise kısa boylu idi. Ayrıca dostları, Sabahattin Ali’nin askerlik yaparken attan düştüğünü, bileğini kırdığını ve o bileği alçıya alındığı halde iyi kaynamadığını söyleyerek cesedin bu yönden de incelenmesini istediler. Ancak bu istekten sonra ceset kimseye gösterilmedi. Mehmet Ali Cimcoz hariç.Aynı günlerde Sabahattin Ali’nin bazı dostları, avukat Mehmet Ali Cimcoz’un Milli Emniyet’ten olduğu ve Sabahattin Ali’yi ihbar ettiği iddialarını ortaya attılar. Bu iddiayı gündeme getirenlerden biri de Rasih Nuri İleri’ydi.Rasih Nuri İleri: “Sabahattin Ali, Cimcozların Milli Emniyet ile ilişkilerini biliyorlardı ama evvela kendine müthiş güveniyordu ve ben polisten akıllıyım gibi bir düşüncesi vardı. Hâlbuki bir örgütten akıllı olunamaz. İkincisi de Cimcozlar bana bir şeyler yapamazlar diye bir düşüncesi de vardı.”Cimcozların manevi kızı Müşerref Cimcoz ise bu iddiaların tamamen asılsız olduğunu söylüyor:“Mehmet Ali Cimcoz yurtdışına çıkmak istediği zaman bir kere ne kendine ne de eşine pasaport alabiliyor. MİT’ten olsa herhalde en azından pasaport almakta güçlük çekmezdi. Ayrıca Mehmet Ali Bey’i tanıyan, onun karakterini bilen herkes, Mehmet Ali Bey’in bir dostunu ihbar edebileceğini söyleyemez. O, kapısının altından atılan bir mektupla öğreniyor Sabahattin Ali’nin kaçacağını.”Bulunan ceset Sabahattin Ali’nindi ya da değildi, Mehmet Ali Cimcoz ajandı ya da değildi. Bu tartışmalar sürerken olay mahkemeye intikal etti. Duruşmalar başladı.17 Eylül günü davanın seyrinde çok önemli bir gelişme oldu. Milli Emniyet memurlarında Zeki Kayraklı’nın ifadesi alındı. Zeki Kayraklı ifadesinde, Ali Ertekin’le Milli Emniyet’te görevli olduğu sırada tanıştığını söyledi. Ali Ertekin ise Zeki Kayraklı’nın her şeyden haberdar olduğunu ifade etti. Duruşma Sabahattin Ali’nin öldürülmesini kim organize etti tartışmasına gelmişti ki, sanık avukatları hemen araya girerek gizli duruşma talebinde bulundular. Gerekçeleriyse şöyleydi:“Şahit Zeki’nin açıklamalarından sonra artık bu hadisenin milli bir his tesiri altında vukuu bulduğu kendiliğinden anlaşılmıştır. Hadisenin sıhhati bakımından alakadar emniyet memurunun burada gizli olarak huzuren dinlenmesini talep ederim.”Bu talep kabul edildi ve ertesi gün gazeteler “Katil Ertekin’in Milli Emniyet’te çalıştığı bildirildi” başlığıyla çıktı. Duruşmalar birbirini takip etti, birçok insan dinlendi. Sonunda karar günü geldi. 15 Ekin 1950 tarihinde Ali Ertekin af kanunu ve bazı hafifletici nedenlerle 4 yıl hapse mahkûm edildi.Dava sonuçlanmıştı ama olaydaki bazı karanlık noktalar bugün hala aydınlığa kavuşturulamadı. Zira her soruşturmada yeni soru işaretleri ortaya çıkmıştı ve çoğu da cevaplandırılamamıştı. Sabahattin Ali’nin yurtdışına kaçışını organize eden berber Hasan Tural ve birkaç tanık, emniyetteki ifadelerinin değiştirildiğini söylüyorlardı. Sanık Ali Ertekin’in ifadeleri de birbirini tutmuyordu. Bir duruşmada Sabahattin Ali’nin kafasına iki kez vurdum diyor, diğerinde üç kez vurdum diyordu. Arıca Ali Ertekin ünlü yazarın başının sol tarafına vurduğunu söylüyordu fakat doktor raporları tam tersini söylüyordu. Ayrıca Ali Ertekin’in milli hislerle öldürdüğü birinin eşyalarını taşıyıp İstanbul’a kendi evine getirmesi de dikkatlerden kaçmıyordu. Cinayet işleyen biri, öldürdüğü kişinin eşyalarını neden evine getirsin sorusu cevaplanamıyordu.Aslında Ali Ertekin tatbikat sırasında, cinayet yerini gösterirken de yanılmıştı. Sabahattin Ali’yi sınıra çok yakın bir yerde öldürdüğünü söylemiş, ancak ceset sınıra 35 km uzaklıkta bulunmuştu.Rasih Nuri İleri yıllar sonra bu çelişkilere bir de yenisini ekledi:Rasih Nuri İleri: “Sabahattin kaçarken, yanında çok önemli bir mektup vardı. Sabahattin Cumhurbaşkanlığı’na –o sırada cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ydü- bir mektup yazmıştı. ‘Sosyalist bir partinin kurulmasına izin verilir mi?’ diye sormuş, ‘izin almak istiyoruz,’ diye yazmıştı. İnönü de genel kâtibi vasıtasıyla ‘kanunlar açıktır, isteyen parti kurabilir, kurmanıza bir engel yoktur’ diye cevap mektubu yazmıştı. Gizlenen ve poliste duruşmalarda ortaya çıkarılmayan belgelerden biri de odur.”Gerçekten de duruşmalar boyunca bu mektubun sözü hiç geçmedi. Rasih Nuri İleri, bugün eski dostunun sınırı geçtiğini zannettiği bir sırada polis veya emniyet güçleri tarafından tuzağa düşürüldüğünü ve işkence sırasında öldüğünü öne sürüyor. Bu iddialarına dayanak olarak da 12 Mart askeri darbesi sırasında bir kurmay yarbayın kendisine söylediklerini delil olarak gösteriyor. Çünkü o günlerde Selimiye Kışlası’nda yatan Talat Turhan, koğuş arkadaşı Rasih Nuri İleri’ye Sabahattin Ali’nin işkence sırasında öldüğüne dair bir duyumu olduğunu söylemişti. Talat Turhan bu duyumunu şöyle anlatıyor: “Adnan Çakmak o tarihlerde emniyet başmüfettişiydi. İstanbul’a geldiği vakit beni ziyaret ediyordu. Bir gün geldi, hadi gidelim dedi. Yeniköy’de bir Rum meyhanesi var, balkonlu bir yer. Oturuyoruz, yanımda da bir başkası, İstanbul’daki emniyet müfettişi oturuyor. Şu anda ismini hatırlamıyorum. Epeyce alkol aldıktan sonra, o kişi, “Ben Kırklareli’nde komiserdim, Sabahattin Ali’yi ben sorguladım, elimde kaldı,” dedi.Emniyet Başmüfettişi Adnan Çakmak yaşamı boyunca bu konuda hiç konuşmadı. Yıllar sonra 1978 yılında bir başka iddiayı Avukat Mehmet Ali Cimcoz ortaya attı. Cimcoz olay hakkında araştırma yapan Kemal Bayram’a ilginç bir açıklamada bulunmuştu. Sabahattin Ali’nin öldürülmesi olayını soruşturan komünist masası şefi Parmaksız Hamdi, Avukat Mehmet Ali Cimcoz’a ölüm emrini veren kişinin adını vermişti. Mehmet Ali Cimcoz ise bu olayı isim vermeden şöyle anlatıyordu:“Parmaksız Hamdi’ye sordum, ‘kimler onu öldürenler?’ dedim. Onu bu hale getiren falancadır dedi. O hepimizin tanıdığı bir adam, ismini söyleyemeyeceğim, mazur görün. Hamdi Bey, Allah ona çektirecek dedi. Hatta Parmaksız Hamdi’nin söylediği gibi korkunç derecede çekerek öldü.”Hıfzı Topuz da Eski Dostlar adlı kitabında aynı olaya yer verdi. Ama o da isim vermekten kaçındı. Ancak ben kendisine sorduğumda laf arasında Nihat Erim’in adını bakın nasıl geçirdi:“Nihat Erim öldükten sonra Mehmet Ali’yle, Parmaksız Hamdi arkadaş oluyorlar. Parmaksız Hamdi anlatıyor, Mehmet Ali Cimcoz’a: ‘polis bu işi yapmadı, yapan Milli Emniyet’tir. Bunu düzenleyen adam da çok feci bir şekilde öldü. Bu işi organize eden adam, partinin üst düzey görevlisiydi, yazardı ve gazeteciydi’ diyor.”Bu cinayet hakkında bir bilgiyi daha vermeden geçmemek gerekiyor. Ünlü politikacı Samet Ağaoğlu, 14 Ocak 1949 günü, yani Sabahattin Ali’nin ölüm haberinin duyulmasından sadece iki gün sonra, günlüğüne şunları not etmişti:“Dün Menderes, Sabahattin Ali’nin hükümet tarafından öldürüldüğünü, hükümetin bu işi nasıl meydana çıkaracağını çok düşündüğünü, eğer geçmişte 33 kişinin öldürülmesi hadisesi olmasaydı meydana çıkarmak yolunu tutacaklarını fakat buna imkân bulamadıklarını, bunun için de hadiseye gazetelerde yazılan şeklini verdiklerini anlattı. Açılan yolun fena olduğunu söyledim. Doğru, inşallah bununla ebediyen kapanır cevabını verdi.”Ama bildiğiniz gibi kapanmadı. Ne yazık ki Sabahattin Ali cinayetinin ardından bu topraklarda benzer pek çok cinayet işlendi.
Kaçak Yayın Dergisi, Ocak 2007, Sayı 43
Aktaran : Gizem Çağlayan
Aktaran : Gizem Çağlayan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder