[Bu yazı http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=745601 adresinden alınmıştır.]
Ölümlerden sonra yazılanlar beni her zaman üzdü. Belki biraz da irkiltti. Hele, gazetelerin, dergilerin, televizyon kanallarının sözlü görüş alışları ürküttü: Kıpkısa bir anda sözlerinizi, sözcüklerinizi toparlayarak, ölen kişinin değerini dile getireceksiniz...Çoğu kez beylik sözler ortalıkta savrulup gidecek...Geçmişte pek öyle değilmiş. Belki yayın dünyasının, kitle iletişim araçlarının daha kısıtlı imkânlarla çalışması, ölen kişiye yas yazısı kaleme getireceklere zaman tanıyormuş. Ölen kişi, edebiyat adamı ise, büsbütün sizin zaman. Edebiyat adamlarına yayın dünyası adamakıllı cimri davranmış.Sekiz yıl önceydi, 1999'da, Selçuk Baran'ın, o değerli hikâyecinin ölüm haberi, ancak bazı gazetelerde, kültür-sanat sayfalarında hepi topu birkaç satırlık yer bulabilmişti. Şimdi biraz daha özenli davranıyoruz...Memet Fuat, ölümlerden sonra apar topar yazılanlara, yönettiği Yeni Dergi'de yer vermezdi. Onun itirazı, yas yazılarının edebiyat dergilerini ilgilendirmeyeceğine yönelikti. Ölen şairin, yazarın eserleri çevresinde kapsamlı incelemeler umardı. Bu incelemelerin çok sonraki tarihlere rastlaması, ölenin eserine saygısızlık değil, tam tersine, emek verişti.Ama bazan sıcağı sıcağına öyle anlamlı yas sözleri kaleme getirilmiş ki, aradan onca zaman geçmesine karşın, bizi bugün de etkiliyor. Örnek vermek istiyorum: Behçet Necatigil, Rüştü Onur'un ölümünden sonra beş dize yazmış. Rüştü Onur'u tanımayanlar, okumamış olanlar, kırık hayat hikâyesini bilmeyenler şimdi yine etkilenecekler:"Bir şair yaşamıştı Zonguldak'ta,Adı Rüştü Onur'duBilseydi hatırlanacağınıÖlümünden sonra,Memnun olurdu."Abdülhak Şinasi Hisar'ın, kendisinden yirmi iki yaş genç Ziya Osman Saba'nın ölümü üzerine yazdıklarını hatırlıyorum. Yalnızca bir yas yazısı değildir. Memet Fuat'ın gönlünden geçtiğince, Saba'nın eseri ve hayatı alımlayışı üzerine nefis bir edebî savunu!Yakup Kadri, Memet Fuat gibi düşünmüş olmalı ki, Atatürk'ün ölümü üzerine, önlenemez bir duygusallıkla kaleme aldığı monografiyi ta 1946'ya kadar yayımlamamış. Atatürk'ün önsözünde sebebini açıkça belirtiyor; ölümden sonra yazılanlarda düzmece bir matem yarışı görüyor ve ekliyor, şimdi, 1940 sonrasında, siyasî ortam bambaşka sözler ederken, asıl şimdi zamanı geldi diyor.Sözü Metin And'a getireceğim. Metin And'ın ölümü beni hem çok üzdü, hem de -biliyorum, garipsenecek- bana tuhaf bir umut verdi. Yaşadığımız anayurtta bizler/onlar diye debelenip durduğumuz şu trajik günlerde usta Metin And'ın ölümü, hiç değilse, sanat ve medeniyet imkânlarında birleşildiğini belgeliyordu. Siyasetin birbirini boğazlayan çirkin çehresi aradan çekilmiş; kültürümüze büyük emeği geçmiş Metin And etrafında pek çok kişi bir araya gelmiş. Sağduyunun sona ermediğine inanmak gerekiyor.Ölümden sonra yazılanlara, söylenenlere bu kez irkilti duymadım. Şükran duydum.Metin And'ın en iyi okurları arasında mıyım, bilmiyorum. Yalnız, dört eserine ödenmez gönül borcum var.İlki, Bizans Tiyatrosu. 1962'de Forum Yayınları okura sunmuş. Beş altı yıl sonra edinmiş olmalıyım Bizans Tiyatrosu'nu. Türkçe'de benzeri olmayan bir çalışmadır. Aslında, başka dillerde de benzeri yok. Bizans'ta tiyatro sanatı konusundaki bilgiler, belgeler enikonu kısıtlı. Metin And geriye kalan bütün malzemeden inanılmaz bir monografi oluşturmuş.2004'te, Hepsi Alev için, Bizans Tiyatrosu'nu yeniden okudum. Metin Bey'e neyse ki söyleme fırsatım olmuştu: Hepsi Alev'deki hipodrom ve eğlence sahneleri Bizans Tiyatrosu'yla renk, anlam edinebildi.Her zamanki alçakgönüllülüğüyle, şakacılığıyla geçiştirmişti...İkinci eser, Kırk Gün Kırk Gece'dir. Eski donanmalarda seyirlik oyunlar üzerine harikulâde bir inceleme. Beni seyirlik oyunlar ötesine alıp götürdü; kötü yazılmış tarih kitaplarında rastlayamadığım medeniyet çizgimize dair çok şey öğrendim.Nitekim 16. Yüzyılda İstanbul / Kent, Saray, Günlük Yaşam tam özlediğim kitaptı. Yabancı tanıkların kaynaklarına da açılan 16. Yüzyılda İstanbul, Metin And'ın uçsuz bucaksız ilgi alanını kavramak açısından bir olanak. Nelere dikkat etmemiş, neler devşirmemiş ki! Ben, II. Selim'in sebze ve meyve bahçesini handiyse gözümün önüne getirebiliyorum: Yeşil salata, marul, yeşil soğan, taze sarımsak, maydanoz, hıyar, havuç, pancar, kiraz, badem, armut, elma, balkabağı... Tarihteki zaman avcunuzun içinde.Dördüncü eser, Türk tiyatrosunun tarihine ilişkin bütün kitapları. Yolu belki Refik Ahmet Sevengil'in tiyatro tarihi açmıştır. O yolda yürüyen Metin And bize bir hazine armağan etti.İyi kalpli Metin And'ı çok özleyeceğiz...
Selim İleri, Zaman Gazetesi, 5 Ekim 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder