Başımızdan geçen bir olayı, savunduğumuz bir fikri, düşünceyi daha etkili kılmak ve anlatımı güzelleştirmek için deyimleri kullanırız. Bilerek veya bilmeyerek kullandığımız bu deyimlere eski zamanlarda ise tabir de denilmektedir. Doğuş zemini garip kimi zamanda komik olaylara dayanan, dilimizin kültürüne ışık tutan ve dilin bünyesinde kalıplaşmış olarak kullanılan bu deyimler de hiç şüphe yoktur ki Türk dilinin en nadide söz öbeklerini oluşturur. Peki ya hangimiz bu deyimlerin hikayesini ya da tabir-i caizse doğuş şekillerini biliyoruz? İşte size deyimlerin hikayeleri:
İpsiz Sapsız
Şimdi olduğu gibi eskidende Anadolu’dan İstanbul’a çalışmak üzere adamlar gelir, bunların çoğu da herhangi bir mesleğe sahip olmadıklarından ya hamallıkla, yahut kazma kürekle çalışarak işe başlarlarmış. Bunların içinde öyleleri olurmuş ki hamallık yapmak için ne bir ipleri, amelelik yapmak içinde ne bir kazma veya kürekleri bulunurmuş. Bir ip veya tutacak bir sap sahibi olmayan bu kişiler için söylenen ipsiz sapsız deyimi de meslek sahibi olmamakla birlikte, bir işe güce de yaramayan adamlar hakkında tahkir anlamında kullanılmıştır. Halen haylazlık eden, herhangi bir geçim vasıtası peşinde olmayan sorumsuz insanlar için bu deyimi kullanırız. Hatta daha ileri giderek “ipe sapa gelmez herifin biri!” dediğimizde olur.
Çizmeyi Aşmak
Söyleyişte daha ziyade “Çizmeyi aşma!”, yahut, “Çizmeden yukarı çıkma!” biçiminde emir kipiyle ve boyundan büyük bir işe girişildiğini ima eder mahiyette kullanılan bu deyimin hikayesi şöyledir:
Milad-i İsa’dan üç asır evvel Efes’te Apelle (Apel) isimli bir ressam yaşarmış. Büyük İskender’in resimlerini yapmakla şöhret bulan Apel’in en büyük özelliği, yaptığı resimleri halka açması ve gizlendiği bir perdenin arkasından onların tenkitlerini dinleyip hoşa gidecek yeni resimler için fikir geliştirmesi imiş.
Günlerden birinde bir kunduracı, Apel’in resimlerinden birini tepeden tırnağa süzüp tenkide başlamış. Önce resimdeki çizmeler üzerinde görüşlerini bildirip, kunduracılık sanatı bakımından tenkitleri sıralamış. Apel, bunları dinleyip gerekli notları almış. Ancak bir müddet sonra adam, resmin üst kısımlarını da eleştirmeye ve hatta teknik yönden, sanat açısından, renklerin kontrastı ve gölgelerin derecesi üzerine de ileri geri konuşmaya başlayınca Apel, perdenin arkasından bağırmış:
-Efendi, haddini bil; çizmeden yukarı çıkma!
Çadırını Başına Yıkmak
Osmanlı hükümdarları,sefer esnasında hareketlerinden ve hizmetlerinden hoşnut olmadıkları vezirlerini azletmek için kaldıkları çadırın direklerini söktürüp başlarına yıktırırlardı. Bu hareket iktidardan düşme manasına eski Türk geleneklerinde mevcut olup Orta Asya’dan itibaren uygulanmıştır. Fatih’in, Karaman seferi sırasında Mahmut Paşa’nın ; Yavuz’unda Çaldıran dönüşünde Hersekzade Ahmet Paşa ile Dukaginoğlu Ahmet Paşa’nın çadırlarını başlarına yıktırdıkları meşhurdur.
Tarihte hiçbir vezirin, bi-gayr-i hakkın (haksız yere) çadırı başına yıkılmamıştır. İllaki bugün…
Şimdi bu deyimi damını başına yıkmak şeklinde kullanıyoruz.
Kaynakça: İskender Pala, bütün eserleri 21
Serpil TAN, TDE, 1.sınıf
Eski Sayılar İçin
20080510
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yazıların sorumluluğu yazı sahiplerine ait olup, yapılan alıntılarda kaynak göstermek zorunludur. Katılım ve telif bilgisi için lütfen bakınız: http://alti-icerik.blogspot.com/2009/01/alti-numara-e-dergisi-katilim-ve-telif.html
6 Numara'nın fotoğrafçısı olmak ister misiniz?
Öykülerimiz ve kapak tasarımımız için fotoğraflarını bizimle paylaşmak isteyenler için başvuru adresimiz: bilgi@6numara.net
iletişim için
her türlü öneri/şikayet/yazı için: bilgi@6numara.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder