'BENİ BİLİM GİBİ GÖR
FELSEFEYLE ANLAT
TARİHLE YARGILA''
Akşama doğru caddelerden uzun adımlarla atlayarak ve insanları bir karınca gibi ezerek serin bir bahçeye vardım. Otların sararmış tenleri, gövdeleri baş eğdikçe eğiyor ve utancından başaklar toprağa gömüyordu başlarını. Rüzgârın cazibesine kapılan yapraklar durmadan bir rakkase gibi oynuyordu. Kuşların kanatları öylesine büyümüş ki enginlere sığmıyor ve kanat çırpamıyorlardı. Muzip bir kurbağanın dili hayallerim kadar uzamış, masum bir kelebeği kendine doğru çekip ömrünü kendi ömrüne katıyordu. -Kelebeklerin ömrü kısadır rüya gibi, renkleri güzeldir hayal gibi, kısas yaşamları aşk gibi zamanla orantılıdır.-İri bir karınca ağacın tepesine binmiş, ağacın kökleri de dört nala kaçıyordu. Kaçıyor, kaçıyor, kaçıyordu sonu gelmiş bir aşk gibi; birdenbire duraksadı ağaç ve anladı ki kökleri toprağa perçinli uzaklaşamıyordu. Elimi beyaz bir güle uzattım, gülün yanağında biriken gözyaşıyla avucum suyla doldu. Güneşin mağrur sıcak tanelerinden sürüler halinde kaçan arılar parmaklarımın etrafında sıralanarak halay çekmeye başladı. Güzel ve esmer tenli köylü kızlar gibi elimin kuyusundan su çekmeye başladı arılar -Güller ağlamasaydı arılar nasıl su içerdi? -Bulutlar çok uçuk halde giyinikti. Nasıl ki çıplak bir bedende sorumsuzca zıplıyorsa pireler bulutlar da çırılçıplak göğün mavisinde dolaşıyordu. Bütün marifetlerini ortaya koymak için sarmaş dolaş oldular. Göğün sonsuz teninde... Yağan yağmur yeryüzünün soluksuz gözeneklerinde tek hücreli çiçekleri filizlendirip bozkırın kuşatmasını kaldırdılar.Akşama doğru gök kızıla boyandı. Yer ile gök arası aleve sardı. Güneş terk eden bir sevgili gibi uzaklaşıyordu benden. İçime gömdüğüm bütün acılar gibi o da başını usulca dağların göğsüne gömdü.Ayaklarım bedenimi taşımaktan yorgundu. Gözlerime karasular indi ayaklarıma bakmaktan. Kendimi barakadan bir lokantada buldum. Burnuma yanmış et kokusu geldi. Birden acıktığımı hissettim ve insan olduğumu anladım. Teninde ruhun gözünü barındırmayan et parçalarını yutmaya başladım. Karşımda istem dışı tebessüm eden garsonu görünce şairliğim aklıma geldi ve dizeleri mırıldandım:
GECEDEN HESABIMI İSTİYORUM
VE YALNIZLIĞIMI HESAPÜSTÜ BIRAKIYORUM GECEYE
CEBİMDE KIRILGANLIKLAR
AYRILIP KARANLIĞA KARIŞIYORUM
Beynim sanki köreliyor ve ayaklarımla düşünüyor gibi oldum ki kendimi odamda buldum. Oklar geceye ilerliyor ve yaşama vaktimin geldiğini hissediyordum. Gözlerim kırık pencereden kaydı gökyüzüne.Geceyle gündüzün denklemini çözmeye çalıştım ve yine dizeler ağzımdan uçuşmaya başladı.
GECEYE KEPENK ÇEKİYOR TİTREYEN GÜNDÜZLER
VE ADINLA KUTSANIYOR RUHUM
ADINI ÖLÜM KOYUYORUM
Gecenin zifiri karanlığında yanı başımda duran bardak düşmüş ki kulaklarımda cam parçaları çınlamasıyla irkildim. Alnımda soğuk bir şey hissettim. Gözlerimi açtığımda gece olmuştu ve bakıcı kadını yanıbaşımda gördüm. Bütün gün uyuduğumu ve durmadan sayıkladığımı söyledi. İnsan hayatın gerçek soğuğunu tek yerde hisseder, o yer de ölüm döşeğidir. Böylece içimdeki intihar uğultusunun bir gün daha ertelendiğini anladım. Ömrüme bir gün daha eklemiştim dünyadan.
MUSA BİLİK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder