Gazetede günlük haberlere bakarken bir gölge yanımda bitiverdi. Çaycının gelmiş olabileceğini düşünerek gözlerimi yukarı kaldırdım ve hemen başladı.
— Hoş geldin ağabey, selamünaleyküm.
— Hoş bulduk, Aleykümselâm
Hoş bulduk da nereye hoş bulduk. Park burası kardeşim. Ayrıca sen kimsin? Ne zaman tanıştık? Hem zaten ben yarım saattir bu bankta oturuyorum asıl sana hoş geldin demek lazım.
Oturdu yanıma, bir eli şakağında sanki ciddi ciddi bir şeyler düşünüyor gibi… Bu esnada benim bir göz sol sütunda diğeri yanımdaki mahlûku inceliyor. Aniden döndü:
— “Ağabey sence o kravat o gömleğe uymuş mu allasen yahu! “ dedi.
O an içimden “ Aha şimdi çattık.” düşüncesinin yanı sıra, sabah evden çıkmadan aynada kendime son kez bakarken bu sözleri daha önceden kendime söylediğim de geçti. Kravat uysa ne olur uymasa ne olur. Olan oldu iş işten geçti.
— “Ne okuyorsun bakayım hele…”
Günlük haberlere bakıyordum evet. Fakat öyle siyaset, kaza, cinayet ekonomi gibi sıkıcı şeyler değil. Genelde spor gazetesindeki günlük haberlerdir ilgimi çeken. Belki bir iki karikatür arada…
— “Senin gibi ağır adama bu gazete yakışmadı.” dedi.
‘Neden’ diye başlayan bir cümle kursam mı acaba! Nereden tanıyorsun beni? Ağır adammış peh!
Çaycıyı da tanıyormuş:
— “Hüseyin ağabey çaylar sıcaaakk? Hüseyin ağabey çaylar sıcaaakk?”
Fransızlar gibi cümleyi uzatıp da soruya çevirmesini kendimce şive adlandırdım da yöresini tam uyduramadım. Köylü müsün sen be adam?
Hüseyin geldi. Eminim başımdaki kasket olmasa benim kafam da en az onunki kadar ışıldayacak akşam güneşinde.
— “Hüseyin ağabem beni çok sever çayımı hiç eksik etmez.”
Bir çay da ben aldım. Ağzımı açıp da uzun bir konuşmayı tetiklemekten korkarak nezaketen başımı eğerek teşekkür ettim. Sanki parasını vermiyorum çayın. Ne diye teşekkür ediyorum ki. Belki de Şey’ in çayını hiç eksik etmediği içindir.
— “Ya ya, severiz Recep’i. O bu parkın neşesidir kerata.”
Recep’e dönerek:
— “Bey’i de fazla rahatsız etme ama… “
Çantamdan dünden kalma bisküvi paketini çıkardım. Recep’e de ikram ettim. İki tane birden aldı. Bisküvi jelâtininin çıkardığı ses burnumu kaşındırdı nedense. Paketi aramıza koydum. Artık bu gazeteyi okumak bana hiçbir tat vermeyecek. Sanki bir başkası tarafından önceden kullanılmış hissediyorum. Orta sayfalar bir kez kırıştı mı ne zevki kalır ki artık.
Ağzındakini yarı çiğner vaziyette Recep bir galeyanla başladı:
— “Ohooo, ağabey ne yaptın, ağabey naptın bisküvi öyle mi yenir? Önce çevir sonra ortasını yersin. Hem yanlış yere oturuyorsun biraz öteye konman gerek, ayağın da çizgiyi ortalasın. Hele hele, güzelim çantayı da koymuşsun yere. Olacak iş mi! Çantanın kulpu kırık, hem ayakkabının tekinin de püskülü kopmuş. Paçalarında dünden kalma çamur izi var. Islak bezle silmişsin gelişigüzel kurumuş da leke yapmış. Sol kol düğmen iliklenmemiş sağ taraftan da uzun bir ip kaçmış çekeyim mi uzasın. İster misin? Sonra kopartıp ağzında çiğnersin. Saat de sağ kola takılmaz. Fazla kiloların var. Şişmansın şişman. Utanma artık. Yakında kalp krizi geçirip gideceksin aniden şu dünyadan. Öyle pişkin pişkin bakma yüzüme gerçek değil mi bunlar; inkâr etme. Şu külüstür, şanzımanı bozuk otobüsler değil parkın dinginliğini bozan; belki de senin horlamandır ne dersin. Bir başka âlemdesin sen uçmuşsun be. Şu halini bir karşıdan görebilseydin keşke. Güneş de hafiften yüzüne vuruyor. Üzgün olunca hep uyuklar mısın sen? Halsiz düştün yoruldun, üzülme sadece kovuldun, kovuldun kovuldun... Kovuk. Ha ha ha! Kovuldunsa suç benim mi şimdi. Hişt aloo kime diyorum ben… Hem kel hem…”
— “Durrr! Yeterr! Sus!”
Gözlerimi açtım, ışıktan kamaştılar. Güneş de yanaklarımı yakmış, zaten hafif pembelerdi şimdi tam kızıl olmuşlardır. Ağzım kurumuş, terlemişim. Yana çevirdim kafamı Recep cidden yanımda. Çay içiyor plastik bardakta, gazetemi okuyor. Bacağına sevdiğim bisküvilerden bir paket yaslamış. Uzaktan Hüseyin’i gördüm. Saçları hafif kırlaşmış orta yaşlarda bir adam. Hiç kel falan da değil. Sessizliği bozmamaya çalışarak gerindim. Sanki bir yere acelem varmış gibi hızlıca toplanmaya başladım. Recep kalkacağımı anlayınca:
— “Ağabey gazete yanınızdaydı siz uyurken bir göz atayım dedim. Kusura bakmayın izin almadım.”
— “Evet, içim geçmiş bir anda.”
Gazeteyi güzelce katladı. Kırıştırmamıştı bile.
— “Buyurun”
“ Rica ederim sizde kalabilir.” dedim. Teşekkür etti. Nazik bir adama benziyordu. Yerden kulpu kopuk çantamı kucağıma alırken daha okumamış olduğum gazetemin arka sayfa güzeline göz attım. Keşke bir spor gazetesi alsaydım diye düşündüm. Başımı hafifçe eğerek Recep’e selam verdim ve ayrıldım.
Ünsal Genç, ODTÜ, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
unsalgenc@gmail.com
fotoğraf, fotokritik.com'dan alınmıştır.
Eski Sayılar İçin
20080627
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yazıların sorumluluğu yazı sahiplerine ait olup, yapılan alıntılarda kaynak göstermek zorunludur. Katılım ve telif bilgisi için lütfen bakınız: http://alti-icerik.blogspot.com/2009/01/alti-numara-e-dergisi-katilim-ve-telif.html
6 Numara'nın fotoğrafçısı olmak ister misiniz?
Öykülerimiz ve kapak tasarımımız için fotoğraflarını bizimle paylaşmak isteyenler için başvuru adresimiz: bilgi@6numara.net
iletişim için
her türlü öneri/şikayet/yazı için: bilgi@6numara.net
1 yorum:
"Sol kol düğmen iliklenmemiş sağ taraftan da uzun bir ip kaçmış çekeyim mi uzasın. İster misin? Sonra kopartıp ağzında çiğnersin. Saat de sağ kola takılmaz. Fazla kiloların var. Şişmansın şişman. Utanma artık. Yakında kalp krizi geçirip gideceksin aniden şu dünyadan."
çok iyiydi ya. eklerken keyif aldığım yazılardan. devamını da bekliyoruz ünsal, tek yazıyla kaçmak yok ;)
deniz d.
Yorum Gönder