ve geçtin mi
haykırmam için sin şehri surlarından
şimdi o herkesçe ezberlenen çağın korkusu içinde
bütün kılıçlar yenik düşer
karşılaşınca oğul ağusunu yüzünde taşıyan bir annenin ...
İlk fasıla başlar ...
I-
yanıtsız bıraktım her şeyi
yeraltıyım
ardına bakmadan yürünen nuhvari zaman
kutsal gül adına
bahsedilir ki;
cebine bakır su tası bağlayan uzun sakallı abdal
elinde isli bir kandille :
’halil cibran da bu toprağın küllerinden doğdu ey insanlar’
yıldızların da dili var mı ?
kalbin kadar uzak
iki suskunluk arası alnımın içine giren mırıldanmalar
örttüm gümüş rengi soruların üzerini
II-
kefarete iki düğüm, kitreli ağzında gülümseme
silik satırlı bir rüyaya uyuduğum pencere
dedim,unutmamak için
fırtınam savrukluğum oldu hep …
ocağa ıhlamuru koyup
dal kırıklarını topladı, kesilişimi bana verdi
turnaların gözü önünde soyarak yüzümün çizgilerini
ağzımda tanrıları kovalayan kar kristali
III-
konuştuk
güneyden, kuzeyden
ay vakti yanağımdan çalarak gamzeyi
kıyıda yırtılan ellerin ...
hangi erk bağladı tel köprüler örüldü
her seferinde incittiğim kutsal su
erkeklerin ağlaması neden orman gibi kar gibi ?
dönmez böyle zamanlarda dolunay
bilenen kararım
ganj nehri !
IV-
çıkıp ölüler ülkesinin azgın deltasından
neye yarar yaşamam ?
başsız bir ceset ömrüm uçuşan serçe ağzı
ve duası belkuşağında,
utangaç bir niyete çekilen firdevs aşkı
karlı dizleri ısıtmıyor artık seccadeler
neydi o mezar taşını kavrayan el
patiskadaki ateşten yazı
oğlunum dedim, kalbim
ışığın değdiği yeri öpen yezidi
sema güler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder