Eski Sayılar İçin

20080322

ZATEN KİMSENİN UMURUNDA BİLE DEĞİLDİ!

Ha küçük paket, ha büyük paket…
“Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek” dediği gibi şairin yıllarca hırs içinde bir şeylere, bir yerlere yetişebilmenin, kazanabilmenin telaşı içinde yaşadık. Hep özel günlerdi, en güzel günlerimiz…

Sevgililer günüyle başlardı bütün saçmalıklar ve normal fiyatının beş katına aldığımız güllerdi bizi kandıran. “Hep saklayacağım.” dediğimiz ve bir kenara attığımız küçük paketlerle yılın sonunu getirirdik. Ve yeni yıl geldiğinde, yeni yepyeni bir hayata göz yaşlarımızla “merhaba” derdik. Ve yine o yalancı paketlerdi, yalancı gülücüklere neden olan.

Bir yılbaşı gecesiydi, küçük kalbimi umutlara boğan. Son üç gündür evde bir telaş gidiyor. Annem durmadan öteberi almak için alışverişe çıkıyor. Aslında bir kez gitse ihtiyacı olan her şeyi alacak da maksat yılbaşı bolluğu gelsin, mahalleye her defasında sarı filelerle girilsin. Babama çalıştığı iş yerinden hindi vermişler, yılbaşı ikramiyesi. Annem üç gün önceden temizleyip hazır hale getirdi. Şimdilik fırınımız yok ama babam yeni işe girdi. Gelecek ay maaşını verirlerse taksitle alalım diyor annem. Bu yüzden yılbaşı gecesi hindiyi pişirsin diye üst komşumuz Zehra Teyze’ye vereceğiz.

Zehra Teyze iyi kadın, arada bir ben sokakta oynarken evine çağırıyor, oğlunun Almanya’dan gönderdiği çikolataları yediriyor. “Ye bunlar çok lezzetli hem de oğlumun emeği.” diyor. Söylenenlere göre şimdiye kadar oğlunu gören olmamış, her ayın birinde çarşıdan garip bir dükkâna girip alıyormuş bu çikolataları. Salonunda camın önünde yeşil kadifeden üstüne yıldız döşemeli bir koltuğu var. Onu da oğlu Almanya’dan göndermiş. O kadar rahat ki oturunca salıncak gibi sallanmaya başlıyor.

Yılbaşında babamın eski patronu gelecekmiş. Annem “Gözüne girersek babanı işe yeniden alabilir.” dedi. “Gözüne girebilmek” ne demekti acaba? Annem patronun eşine ve çocuğuna hediyeler almıştı. Eve gelen paketleri kendince paylaştırdıktan sonra geriye küçük bir paket kaldı. Annemden mahallede oynamak için haftalar öncesinden top istemiştim. İnsanın kendi topu olunca oyuna hâkim oluyor. Kolay kolay kimse oyundan çıkartmıyor. Herhalde şu sarı jelatinli küçük paket benim topum olamaz. .Anlamıştım zaten annemin beni kandırmak için zorlukla taşıdığı parlak kırmızı jelatinli paket benim olmalıydı. Üstelik kırmızı jelatinin üstüne gri renkte simler serpiştirilmiş. Paketi açtıktan sonra jelatinini katlayıp bir köşeye koyacağım. Belki bir gün lazım olur. Canım annem o topu ne kadar çok istediğimi biliyordu, dayanamamış almış. Anneciğim seni çok seviyorum.

Babam son günlerde eve morali bozuk gelmeye başladı. Yeni girdiği işe alışamamış, hakkı olan parayı alamıyormuş, hem sigortasını da üç ay önce başlatacaklarmış. Annem “Necmi Bey seni yeniden işe alırsa bütün sorunlarımız ortadan kalkacak.” dedi. Babam Necmi Bey işe almasa bile yılbaşından sonra ayrılacakmış. Annem dün beni karşısına çekip daha tutumlu olmamı söyledi, gördüğüm her şeyi istemeyecekmişim. Ama ben zaten böyle yapıyorum. Bunca masrafın arasında hele de yılbaşı arifesinde yaptığı alışveriş değil de aslında benim istediklerimin gözüne batması beni çok üzdü.

Ama olsun yine de mutluyum. Bugün annemin hediyeleri koyduğu dolabı açıp kendi paketime baktım. O kadar güzel ki. Acaba açsam, topumun rengine baksam annem anlar mı? Ya anlarsa, kötü olur. Canım topum ve simli jelatinim size kavuşmama az kaldı.

Yılbaşı gecesi yemek sofrası hazırlanmıştı. Annem durumumuzun kötü olmasına rağmen en lüks mezelerle donatmıştı masayı. Ben bir saat öncesinden kahverengi ince çizgili kadife pantolonumu ve en sevdiğim mavi kareli gömleğimi giymiştim bile. Annem gardırobundaki en şık siyah yandan yırtmaçlı elbisesini giymiş ve beyaz şalını omuzlarına atmıştı. Bu elbiseler anneme çok yakışıyordu Aslında onu hep böyle görmek istiyordum; çünkü bunları her giydiğinde sahte de olsa gülücükler saçıyordu. Babamsa, her bayram giydiği lacivert takımlarını ve yine lacivert üzerine yatay kırmızı çizgili kravatını takmıştı.

Artık hepimiz kıyafetlerimizi giymiş, son hazırlıkları yapmış, patronu, eşini ve biricik şımarık oğlunu bekliyorduk. Kendimi kötü hissediyordum, özellikle annemin yüzünde kendini olduğundan farklı gösteren o sahte ifade vardı. Babamsa, istemeden anneme özeniyordu.

Daha sonra zil çaldı ve Necmi Amca, eşi ve şımarık oğlu yüzlerinde anlam veremediğim bir memnuniyetsizlikle salona girdiler. Simdi herkes koltukta yerini almış ve sohbete başlamışlardı. Herkeste o garip yüz ifadesi. Babam: “Ooo Necmi Abi, bu ne şıklık böyle?” Necmi Bey: “Hanım beğenmiş, … mağazasından. Pahalı biraz canım ama, … mağazası da iyi mal satıyor. Aldın mı bir defa alıyorsun, senelerce giyiyorsun.”

Babam şaşırmış görünerek: “Ya öyle!” dedi. Annemlere döndüğümde de bu saçmalıkların aynısı geliyordu kulağıma. Patronun karısı bize bakarak: “Ah ah ne güzel de anlaşıyorlar, benim oğlum uyumludur zaten ben onu sokaklarda yetiştirmedim, özel okullara gönderdim, sokak çocuğu kılığına bürünmesin diye.” Annem ise onaylıyordu. Ne yani ben şimdi sokak çocuğu muydum?
Hâlbuki ben patronun şımarık velediyle halının üzerinde oturmuş saçma sapan şeyler konuşuyordum. Futbol bilmezmiş, annesi kızıyormuş. Babası ile hafta sonları tenis oynamaya gidiyormuş. “Pehh!” dedim içimden, futbol bilmeyen adamı ne yapayım ben. Annem iyi ki ona küçük bir hediye almış.

Bütün bu can sıkıcı muhabbetlerden sonra yemek masasına oturduk. Annemin çeşit çeşit yemekleri, mezeleri onları yemeden bile göz doyuruyordu. Benim ise yemekler umurumda bile değildi. Bir an önce hediyemi açmayı, topuma ve kırmızı jelatinime kavuşmayı düşünüyordum.
Yemekten kalktık. Babamlar masada kalmışlardı. Dört gözle annemin gidip dolaptan hediye paketlerini çıkarmasını bekliyordum. Gecenin sonuna doğru annem paketleri getirdi. Patronun eşi büyük bir hazla: “Niye zahmet ettin Necla, ah kusura bakma biz düşünemedik.” dedi. O kadar heyecanlanmıştım ki, bir an önce topumu alıp evin içinde oynamak istiyordum. Annem güzel sözlerle paketleri sahiplerine getirdi. Biz halıda oturduğumuz için en son biz alacaktık hediyelerimizi. Her şey düşündüğüm gibiydi, en sona iki paket kalmıştı. Biri büyük paketti yani benim olan, diğeri ise patronun oğlunun. Annem yanımıza gelerek paketleri önümüze koymuştu. Ben büyük heyecanla teşekkür edercesine annemin gözlerinin içine bakarak kırmızı jelatinli pakete doğru yönelmiştim. Keşke o an annemin gözlerine hiç bakmasaymışım. Annem ben uzandığımda gözünü küçük pakete doğru kaydırmıştı, büyük paket elinde kalmıştı. O an anladım ki kırmızı jelatinli parlak paket benim değildi ve asla olamazdı. Annem onu patronun oğluna almıştı. Gözlerim dolmuştu herkes hediyesini açarken, ben halıda öyle kalmış küçük pakete bakıyordum. Ellerim titriyordu. Göz pınarlarım ilk defa yüreğimden gelen acıyla tanışmıştı ve bu tanışma kimsenin hoşuna gitmemişti. İçim acıyordu. Anne seni hiç sevmiyorum.

Şimdi aradan yirmi iki yıl geçti. Bugün 31 Aralık 1995. Bir yılbaşı gecesi kendi evimde şöminenin başında Zehra Teyzemin o çok beğendiğim sallanan koltuğunda oturuyorum. Tek başıma. Sevdiklerimi çoktan kaybettim. Elimde ise o günden kalma benim olmayan topun paketi kırmızı jelatin var. Diğer elimde ise bana alınan küçük hediyem. Benim olduğunu sandığım top o gece patronun oğlu tarafından patlatıldı, annem hiç kızmadı, kimse ona kızmadı… Jelatini ise ben aldım, saklayacaktım, sakladım. İçim acıdı. Zaten kimsenin umurunda bile değildi. Ha küçük paket, ha büyük paket.

Burcu Sümbül, TDE, 1.Sınıf
Fotoğraf: Fulya Altan

Hiç yorum yok:

Yazıların sorumluluğu yazı sahiplerine ait olup, yapılan alıntılarda kaynak göstermek zorunludur. Katılım ve telif bilgisi için lütfen bakınız: http://alti-icerik.blogspot.com/2009/01/alti-numara-e-dergisi-katilim-ve-telif.html

6 Numara'nın fotoğrafçısı olmak ister misiniz?

Öykülerimiz ve kapak tasarımımız için fotoğraflarını bizimle paylaşmak isteyenler için başvuru adresimiz: bilgi@6numara.net

iletişim için

her türlü öneri/şikayet/yazı için: bilgi@6numara.net